05 Mayıs 2024 - Pazar

Şu anda buradasınız: / YOL AYRIMINDA TAKVA VE İSTİĞNA!
YOL AYRIMINDA TAKVA VE İSTİĞNA!

YOL AYRIMINDA TAKVA VE İSTİĞNA! VUSLAT

Mü’min firaset ve basiretine her zamankinden daha ihtiyaç olan bir çağı yaşıyoruz. Mü’min dediğimiz zaman içi boş bir söylemde bulunmuyoruz.
Mü’min: “Dünyaya Allah (cc)’a kulluk için geldiğini bilen insandır. Gayba iman etmiş bir insandır. Her şeyi bilemeyeceğini bilen, en kesin bilginin ise Allah (cc) ve Rasûlu’nün bildirdiği olduğunu bilen insandır. Bu dünya hayatının gelip geçici bir serap olduğunu, imtihan için burada bulunduğunu bilen insandır. İmtihan zaman ve zeminini seçme lüksünün olmadığını, ama kendisinin bu imtihanı geçmek için gerekli donanıma mükemmelen sahip olduğunu da bilen insandır.”
Allah (cc) kıyâmet sahnelerini önümüze koyarken buyuruyor ki: “Ey insan! Kerîm olan Rabbine karşı seni aldatan nedir? O ki, seni yarattı, seni düzgün yapılı kılıp ölçü ve biçim verdi.” (İnfitar, 82/6-7) Aslen insan bu imtihanı vermek şöyle dursun, kullukta derinleşmek, Rabbine yaklaşmak, O’ndan razı olmak ve rızasını kazanmak1 istidatı ile de yaratılmıştır. Bu derinlik onda vardır. Ne var ki, pek çoğumuz bu istidatı egomuzu beslemek yolunda kullanırız. Zira hayat boşluk kabul etmez, kulluğu daha güzel yapmak için kullanılmayan derinlik nefsin elinde ilahlık davasında kullanılır. Böyle olunca kişi İslam’ın asgari gereklerini yerine getiriyor olsa da dünya sahnesinde imtihandaki bir kuldan çok, imtihanı düzenleyen gibi davranır.
Müşrik ve kâfirler için de dava bundan çok farklı değildir, zira akıl hocaları olan İblis’in de davası ‘benlik davası’dır. Ne var ki, o “çok kıymetli” benlik ortaya sürülmez, sahte ilahlar ve sahte dinlerin arkasına sığınılır. Müşrikleri resmeden: “Onlar, Allah’ı bırakırlar da, yalnız dişilere taparlar. Böylece ancak inatçı şeytana tapmış olurlar.” (Nisa, 4/117) mealindeki ayeti kerimenin tefsirinde dişiliğin vurgulanması izah edilirken kadına tapma şeklinde tezahür eden moderniteye “ cult de femme” tabiriyle atıfta bunması yanında Elmalılı merhum, putların edilgenliği, bu batıl dinlerinin müşriklerin kontrolünde olmasına da vurgu yapar. Nitekim canı istediği zaman haram ayı değiştirirler, canı çektiği zaman helvadan olan putlarını yerler. Aslen şeytan ve nefsin peşinden giden bu insanlar bir ilke ve davaya bağlı gözükme ihtiyacından dolayı kontrollerinde olacak bir ilah arayışına girmiş olmasalar neden kendilerine fayda ya da zarar sağlayamayacağı açık olan2 putlara saygı duruşunda bulunsunlar? Zaten nefislerinin istediği gibi yaşıyorlar, ancak bunu kurumsallaştırmaya da ihtiyaç duyuyorlar.
İns ve cinler dışında her varlık hiçbir isyan veya itiraz olmaksızın Rablerinin emrine boyun eğdiklerinden dolayı kâinat, bilimin dahi açıklayamadığı son derece hassas dengeler üzerinde kusursuz bir şekilde deveran etmektedir.
 İmtihan sahamıza gelince, burada da aslen her şey olması gerektiği gibi yürümekte, ancak bu sahanın özelliği gereği zulümler ve çirkinlikler de her yerde karşımıza çıkmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de “İnsanların kendi ellerinin (irade ve ihtiyarlarıyla) yaptıkları işler (günahlar) yüzünden, karada ve denizde fesad meydana çıktı ki, Allah, işledikleri günahlardan bir kısmının cezasını (dünyada) onlara tattırsın. Olur ki (küfürden ve işledikleri günahlardan tevbe ederek) dönerler.” (Rum, 30/41) buyrulmuştur. Demek ki bize verilmiş olan cüz’i iradenin yanlış yerde kullanılması yeryüzünde görülen ifsadın sebebidir. Bunun da yine, Rabbimizin rahmet ve merhametinden kaynaklandığını anlıyoruz, zira hatamızı anlayarak dönmemize yönelik bir uyarıdır bize ıstırab veren fesad.
İnsanoğlunun zalim ve cahil vasıflarının Kur’an-ı Kerim’de emanetle yan yana anılması da ibret alınacak bir husustur: “Biz emaneti göklere ve yere ve dağlara teklif ettik, onlar onu yüklenmeden hemen çekindiler ve ondan korkuya düştüler ve onu insan yüklendi. Şüphe yok ki, o, çok zâlim, çok cahildir.” (Ahzab, 33/72) Hacmi küçük, gücü az, çalışması yetersiz, ömrü sınırlı, çeşitli ihtirasların, arzuların, eğilim ve isteklerin etkisinde kalan bu yaratığın yüklendiği bu emanet hiç kuşkusuz büyük ve ağır bir emanettir. Kuşkusuz insanın bu ağır yükün altına girmesi büyük bir tehlikedir. Bu yüzden “çok zalim” yani kendine haksızlık eden ve “çok cahil” yani kendi gücünü ve kapasitesini bilmeyen birisi olarak nitelendirilmiştir.3
İnsan “bela” diyerek emaneti yüklenmiş olmakla birlikte her ferdi bunun gereğini yerine getirmemekte; emanetin hakkını vermemekle hem zulüm, hem de akıbetini düşünecek basireti gösterememekle cahil vasfını sergilemektedir.4 Ama sorumluluğunu yerine getirince… Kendisini yaratıcısına ulaştıracak, doğrudan doğruya O’nun yasasına iletecek, eksiksiz bir şekilde Rabbinin iradesine boyun eğmesini sağlayacak bir bilgiyi elde edince… Bütün yaratılmışlardan üstün dereceye ulaşacaktır!5 Aslen bu hayati yol ayrımında hata etmekten korkmayan, zücaciyeci dükkânına girmiş fil gibi davranmakta beis görmeyen insan emanetin kadri kıymetini anlayamamıştır. Verilen emanetin hakkını vermemekle zalim, bu derin aymazlığı ile cahil olduğunu ispat etmiştir. Dikenli bir yolda yürüme hassasiyeti ile emanetin üzerinde titreyen ve yaratılmışlardan değil, Allah (cc)’dan korkma buyruğuna6 uygun yaşayan kişi ise hem keyfi tasarruflardan kaçınır, hem de dinin teşri hikmetlerini ve anın vaciplerini gözetir bir kalp uyanıklığı içinde olur. Her kim Allah (cc)’tan korkarsa Allah (cc) da ona çıkış yolu gösterecektir.7 Can alıcı nokta şudur ki bu emanet takva sahibi olmadan; Allah (cc)’nun yardımını, hidayetini samimi bir kalple talep etmeden layıkıyla ifa edilebilecek bir yük değildir.
Yine Kelam-ı İlahi’den anlıyoruz ki insanı azdıran Allah (cc)’a muhtaçlığının şuurunda olamamasıdır: “Hayır! Doğrusu insan (ne zaman) kendisini kendisine yeterli görse, mutlaka azgınlık eder. Hâlbuki dönüş, mutlaka Rabbinedir.” (Alak, 96/6-8). Bir diğer ayetinde de Allah (cc)’nun, Rabbinden müstağniymiş gibi hareket eden kulunu hidayetinden nasıl mahrum bıraktığı nazara verilmekte: “Gerçekten sizin işiniz başka başkadır. Artık kim verir ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse, biz de onu (Allah’ın razı olacağı) en kolay yola hazırlarız (onda başarılı kılarız). Ama kim cimrilik eder ve kendini (Allah’ın sevâbına) muhtaç görmezse, ve o en güzel olanı yalanlarsa, onu da en zor olana (Cehenneme) muvaffak kılarız!” (Leyl, 92/4-10.)
Bu dehşetli yol ayrımında gidişatımızı belirleyen üç ahlaki temelden birisinin takva ya da istiğna tavrı göstermek olduğunu görüyoruz. Peki, Allah (cc) yeryüzünde halifesi olarak hükümlerini icra etmeyi, kendisi ve başkalarının hidayetini arttırmayı hangi zümreye nasip eder diye bir soru sorsak? “Hidâyeti kabul edenler (e gelince: Allah) onların muvaffakıyetini artırmış, onlara (ateşten nasıl) kaçınacaklarını ilham etmiştir.” (Muhammed, 47/17) Sapıklığı tercih etmenin saptırılmayı davet etmesi gibi hidayete kalbini açmanın da daha fazlasına ve takvanın verilmesine yol açtığını görüyoruz. Bir yandan da Kitab’ımızda, kendi kalbimiz hususunda dahi Rabbimize denk tasarruf sahibi olamayacağımız konusunda ilahi uyarıları buluyoruz.8 9
Hidayet ve onun devamı konusunda Allah subhanehu ve teala’ya karşı takva sahibi olmak ve O zül celalin yardımını talep etmekten başka çaremiz olmadığını anlıyoruz. Bu konuda gevşek davranabilmek ya da kendisinden emin olabilmek ise; “zalim ve cahil” vasıfların bizde ön plana çıktığını gösteren gaflardır. O yardımı celp etmek için takvayı kuşanmak, duayı dilinden düşürmemek ve Allah (cc)’ı çokça zikretmek gerekir.10 Allah’ı anmak hidayetin şükrünü eda etme gayretidir11 ki hamd, nimetin artmasına sebeptir.12 Şiblî merhum der ki: “Şükür nimeti değil; nimeti vereni görmektir”… Savaşta dahi sabırla beraber zikir emredilmiştir.13 O halde bize ne oluyor ki Allah (cc)’ın halifesi olma emanetini Allah (cc)’ı adeta unutarak üstlenmeye kalkıyoruz? Kendimiz kurallar, ilkeler, kırmızı çizgiler, çerçeveler belirliyoruz? Nimeti vereni değil, nimeti yayma felsefemizi, metotlarımızı, olmazsa olmazlarımızı gündeme getiriyoruz.
Allah (cc)’dan çok kendimizi zikrederek tevhid ehli olabilir miyiz? Kendimizi, cemaatimizi, meşrebimizi temize çıkarırken diğerlerine zanla muamelede beis görmüyoruz. Doğru olduğuna inandığımız bir metot mutlaka olacak, ama Allah (cc) ve Rasûlu’nün (s.a.s.) önüne geçmeyecekti.14 Hakkı haykırma hakkınız her zaman gerekli ve baki idi ama sesimiz Allah Rasulünün (s.a.s.) sesinden fazla yükselmeyecekti.15
Kulluğun edebini öğrenmek için Hucurat Sûresi’nde nice hazineler var, ki bugün onlara her zamankinden daha çok muhtacız. İnşallah bu, ihtilafların sebebi ve çözümlerine dair başka bir yazının konusu olsun. Ya Rabbi, biz istedik ama beceremedik, gayret ettik ama edebi gözetemedik, âleme nizam vermek diledik ama bir nefsimize söz geçiremedik. Dua etmeyi bilememekten, haddi aşmaktan, Zatı Celalinden yanlışı istemek ya da yanlış bir şekilde istemekten, duamız ile fiilimizin birbirini nakzetmesinden, duamız makbul olup kapımızı çaldığında tanımayıp suratına kapıyı çarpmaktan, hasılı talepte bile sayısız kusurlarımızdan dolayı bizleri muaheze etme.
Birimizin hasbî duasını bizim bildiğimiz gibi değil; Zatının (cc) bildiği gibi rahmetin, selametin, hıfz ve himayenle kabul buyur. İki taraftan da ilhama muhatap olduğumuzu bildiriyorsun.16 Bize bizim istediğimiz gibi değil, Zatının (cc) istediği gibi kulluğu ilham eyle, nasip ve müyesser kıl. Mustazafları yeryüzünde mülküne varis kılma vaadin17 ve bundan maada, her ne güzellikleri biz Mü’min kullarına vermeyi diledi isen biz bunları bilip istemekten dahi aciziz ama Senin (cc) tarafından gelecek her hayrın fakiri ve bekleyeniyiz. Vermek Senin (cc) şanındandır, dilemek biz kullarına yakışandır. Yaptıklarımızın şerrinden Sana sığınırız. Üzerimizdeki nimetlerinle huzuruna geldik. Ve hatalarımız, kusurlarımızla… Bizleri affet, günahları ancak Sen (cc) yarlığlarsın...
Fecr, 89/28.
Maide, 5/76 ve benzer ayeti kerimeler.
Şehid Seyyid Kutub, Fi Zilal-i Kur’an, Ahzab Sûresi 72. ayet tefsiri.
Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Ahzab Sûresi 72. ayet tefsiri.
Şehid Seyyid Kutub, Fi Zilal-i Kur’an, Ahzab Sûresi 72. ayet tefsiri.
Bakara, 2/150.
Talak, 65/2.
“Ey inananlar! Allah ve Peygamber, sizi hayat verecek şeye çağırdığı zaman icabet edin. Allah’ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve sonunda onun katında toplanacağınızı bilin.” (Enfal, 8/24)
“Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemeyince, siz dileyemezsiniz.” (Tekvir, 81/29)
“Doğrusu kurtuluşa ermiştir her türlü kötülük ve günahlardan arınan, Rabbinin ismini anıp namaz kılan” (A’la, 87/14-15); “Allah’ı çokça zikredin ki, kurtuluşa eresiniz.” (Cum’a, 62/ 10)
“Sizi hidayet ettiği gibi siz de O’nu anın. (Sizi hidayet etmeden) önce sizler sapıklardandınız. (Bunu unutmayın.)” (Bakara, 2/198)
“Hani Rabbiniz size: “Şayet şükrederseniz size olan nimetlerimi artırır da artırırım. Yok eğer nankörlük ederseniz, şunu bilin ki benim azabım çok şiddetlidir” buyurmuştu.” (İbrahim, 14/7)
Enfal, 8/45.
“Ey iman edenler! Allah’ın ve Resûlünün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” (Hucurat, 49/1)
“Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.” (Hucurat, 49/2)
“Onu en güzel şekilde biçimlendirip düzenleyen, ona fücûr ve takvâsını ilham eden Allah’a andolsun!” (Şems, 91/11)
“Hâlbuki (biz, onları bu devrelerden geçirmekle) istiyorduk ki, o memlekette güçsüz düşürülenlere lütufta bulunalım, onları (insanlara) rehberler yapalım ve onları (Fir’avun’un memleketine) vâris olan kimseler kılalım.” (Kasas, 28/5)

Yazar:
logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul